- Osmanlı İmparatorluğu' nun son dönemlerine rastlayan 20. yüzyılın ilk yıllarındaki siyasi gelişmeler, Anadolu insanını her yönden etkilemiştir.
- Devlet yönetiminin giderek zayıflaması ve otoritesini kaybetmesi, işgaller, savaşlar ve millet olarak ayakta kalma mücadeleleri ile geçen bu sıkıntılı yıllar, bütün alanlarda olduğu gibi aşıklık geleneği üzerinde de olumsuz etki yapmıştır. Aşıkların başkentte ve büyük şehirlerdeki ihtişamı kaybolmuş, gelenek, taşrada ayakta kalma mücadelesine girmiştir.
- Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte batıda öteden beri yürütülen ve folklorun, milli kültürün temelini oluşturduğuna dair görüşlerle biçimlenen yeni kültür politikaları ortaya konulmuş, böylece yeniden istikrarlı bir sosyal hayata kavuşan Türkiye' de aşık edebiyatı tekrar canlanmaya başlamıştır. ancak bu canlanmanın semeresini görmek için yüzyılın ikinci yarısını beklemek gerekecektir.
- Ziya Gökalp tarafından kurumlaştırılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren kimi revizyon ve düzenlemelerle tatbik edilen ''halka doğru'' hareketi, halk kültürünü öne çıkaran bir çok faaliyetin yanında aşık edebiyatının da yeni isim ve ürünlerle güçlenmesi sonucu doğmuştur. Bu eğilim, modern şairlerin ''hece'' veznini kullanarak ''Beş Hececiler'' gibi ekoller oluşturmalarına kadar uzanmıştır.
- 1927 yılında kurulan Türk Halk Bilgisi Derneği, yaptığı araştırma ve yayınlarla aşık edebiyatının aydınlar arasında tanınması ve onlar tarafından desteklenmesi yönünde katkı sağlamıştır. Halkevlerinin kuruluşu, derleme çalışmalarının başlaması, halktaki değerlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Yüzyıllara göre önemli temsilciler:
Aşık Veysel
- Şair ve Yazar Ahmet Kutsi Tecer'in ilgisi ve gayretleri ile tüm Türkiye'ye tanıtıldı.
- Türkçesi yalındır.
- Dili ustalıkla kullanır.
- Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur.
- Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir.
- Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de var.
DOSTLAR BENİ HATIRLASIN
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
Aşık Veysel
BEN GİDERİM SAZIM SEN KAL DÜNYADA
Ben giderim sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lâl olsun dillerin söyleme yada
Garip bülbül gibi ah ü zar etme
Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım sesimi sesine kattım
Bebe gibi kollarımda yaylattım
Hayali hatır et beni unutma
Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkar etme
Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın gülersem güldün
Sazım bu sesleri turnadan m'aldın
Pençe vurup sarı teli sızlatma
Ay geçer yıl geçer uzarsa ara
Giyin kara libas yaslan duvara
Yanından göğsünden açılır yara
Yâr gelmezse yaraların elletme
Sen petek misali Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma
Aşık Veysel
ANLATAMAM DERDİMİ DERTSİZ İNSANA
Anlatamam derdimi dertsiz insana
Dert çekmeyen dert kıymetini bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiç bir zaman gül dikensiz olamaz
Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çicekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz
Ah çeker aşıklar ağlar zarınan
Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan
Çağlar deli gönül ırmaklarınan
Ağlar ağlar göz yaşını silemez
Veysel günler geçti yaş altmış oldu
Döküldü yaprağım güllerim soldu
Gemi yükün aldı gam ilen doldu
Harekete kimse mani olamaz
Aşık Veysel
Aşık Veysel'in son şiiri
Aşık Veysel olarak bilinen asıl adı “Veysel Şatıroğlu” olan usta ozan, 25 Ekim 1894 yılında Sivas'ta dünyaya gelir. Annesi Gülizar hanım babası Ahmet Bey' dir. O yılların vebası olan çiçek hastalığı yüzünden iki kız kardeşini kaybeden sanatçı, 7 yasında aynı hastalıktan tek gözünü kaybetmiştir. Ve vahim bir kaza sonrasında diğer gözünü de kaybederek, tamamen görmemeye başlamıştır. Oğlunun gözleri görmediği için arkadaşları ile oynayamayıp yalnız kaldığını gören Ahmet Bey, oyalanması için oğluna bağlama alır. Bağlamayı ilk olarak babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali’den öğrenen Aşık Veysel, ilk zamanlar başka ozanların türkülerini çalmaya başlar. 40 yaslarına doğru kendi yazdığı eserleri çalmaya başlayarak, o yıllardaki Aşıklar Bayramında yer alması ve Atatürk için söylediği türkülerden sonra namı artarak yayılmaya başlar. Bu yıllarda sadece kendi köyünde değil, Türkiyede birçok yer gezerek türkülerini her kesime aktarır.

İki gözü de görmeyen ve karanlığa bürünen ozanın annesi ve babası, bu duruma çok üzülüp ve diğer kardeşlerinin bakamayacağını düşünüp evlendirmek isterler. Akrabaların kızı olan Esma hanım ile evlendirilen sanatçının peşini olumsuzluklar bırakmaz. Yeni doğan erkek çocuğunu kaybeden ozan, daha sonradan anne ve babasını da kaybederek, hayata küser. Bunun üstüne eşinin başka biri ile kaçması ile perişan olan sanatçı, kendini türkülere verir. Eşi terk ettiğinde iki aylık kız çocuğu ozanın yanında kalmıştır. Fakat kız çocuğu da erkek evladı gibi hayatını yitirmiştir. Acı dolu hayatını şarkılara döken ozan, yanık yanık türkülerini sevenleri ile paylaşarak, bir nebzede olsa acılarını dindirmeye çalışmıştır.
Çocuklarının ölmesi ve eşinin bırakması ile birlikte memleketini terk eden sanatçı, arkadaşları ile birlikte başka bir köye yerleşir. Ve arkadaşları ile birlikte dolandırılan ozanımız, bütün parasını kaybeder. Ve parasız bir şekilde hayatını idame eden sanatçımızın, 1931 yılında yapılan Halk şiirleri bayramı ile hayatı bir anda düzelir, maddi manevi güzellikler yaşamaya başlar. Ve Gülizar adlı bir bayan ile hayatını birleştirir. Türkülerinde kendine has yorumuyla doğadan insan sevgisine, hüzünden yaşama sevincine, iyimserlikten umutsuzluğa, dinden siyasete, karşılıksız ve umutsuz aşktan, birbirlerini deli gibi sevenlere birçok eser yazıp seslendiren ozanımız, 1941-1946 yılları arasında köy Enstitülerinde bağlama ve halk türküleri dersleri vermiştir. 1965 yılında TBMM’nin kararıyla özel bir kanun çıkarılıp, maaşa bağlanır.
Aşık Veysel hayatı boyunca Türkiye’nin hemen hemen her yerindeki aşıklarla karşılaşıp tanışır. Sevilen halk ozanını ölümüne denk her yastan asık ziyaret etmiştir. Veysel Şatıroğlu yani Aşık Veysel'in eserleri arasında en çok sevilen ve günümüzde farklı sanatçılar tarafından yorumlanan Ala Gözlü Benli Dilber, Uzun İnce Bir Yoldayım, Dostlar Beni Hatırlarsın, Kara Toprak adlı parçalar, farklı uyarlanarak, özellikle genç neslin gönlünü kazanmıştır. Efsane olan ve türkü deyince ilk akla gelen halk ozanımız, ”Hepimiz Bu Yurdun Evlatlarıyız”, “Memlekete Destan Oldum” adlı eserler ile memleketine olan aşkını şarkılar ile ifade etmiştir. Aşıkların yaşadıklarını, en güzel şekilde parçalarına döken sanatçı, Aşkın Beni Elden Ele Gezdirdi, Sen Bir Ceylan Olsan Ben De Bir Avcı, Sen Olmasan, Gönül Bir Güzeli Sevmiş adlı şarkıları ile yaralı yüreklere deva olmuştur.
Halk ozanımız doğaya olan aşkını da bir ilk ile tescillemiştir. Memleketine ilk meyve ağacını yetiştirerek, diğer köylülere de örnek olmuştur. Ve zamanla memleketinde çok çeşit meyve ağacı yetiştirilerek, köylülerin bu yolla para kazanmasına aracı olmuştur. Gözleri görmediği için kötü ithamlarda bulunan köylüler, sonradan pişman olmuşlar ve ozanımızın kör olmadığını, aksine en uzak noktaları bile gönül gözü ile gördüğünü dile getirmişlerdir. Anadolu kültürünün temsilcisi, kapkaranlık dünyasında aydınlık düşünceler taşıyarak, diğer sanatçıların idolü olmuştur. Ülkemizde ayrı bir yerde olan ozanımız, 1973 yılında kansere yenik düşmüş ve hayatını yitirmiştir. Sözlerinin yalınlığı ve öz Türkçeyi yansıttığı için de ayrı bir yerde olan sanatçı, dillerden düşmeyen şarkıları ile ölümsüzleşiyor.
Aşık Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova
Aşık Murat Çobanoğlu
Asıl soyadı Çobanlar olan Murat Çobanoğlu 1940'ta Kars'ın İstasyon mahallesinde doğdu. Annesi Lala (La'li) hanımdır. Babası, Aşık Şenlik'in çıraklarından Aşık Gülistan'dır; Arpaçay'ın Kıraç köyünden olup 1920'de Kars'a yerleşmiştir. Karısının erken ölümü dolayısıyla oğlunu o büyütüp yetiştirdi. İlkokul öğrenimi gören Murat Çobanoğlu çocukluğunda babasının saz çalışını dinledi, ama ona özenmedi. Ancak 1951 'de gördüğü bir düş üzerine tutumu değişti. olayı şöyle anlatıyor:“Göç mevsimi yaylaya göçerken susadım. Yol kenarında bulunan çeşmeye su içmeye gittim. Ben oyalanınca göçlerimiz dağı aştı. Akşamın alacakaranlığında uyuyakaldım. İşte o zaman nasibim olan aşıklık ilhamı bana verildi. Sabah, yaylada beni bulamayan babam düşer yollara, beni aramaya. Beni çeşmenin başında uyurken bulunca, aşık olacağımı söyledi. Saz aldı. Saz tutmasını öğretti. O zamandan bu yana saz çalmaya, şiir ve türküler söylemeye başladım.”Murat Çobanoğlu Artvin, Konya, Erzurum ve Mut'ta yapılan yarışmalarda dereceler aldı. Özellikle atışma dalında başarı gösterdi. Sık sık radyoda ve televizyonda -değişik konularda- söyledi. Saza egemenliği, ulusal duygularının güçlülüğü ve kendine özgü sesiyle ilgi çekti. Kars'ta “Çobanoğlu Halk Ozanları Kahvesi”ni açıp işletti. Yurt içinde ve dışında düzenlenen bazı şenliklere katıldı.1965'e kadar Devrani, 1967'ye kadar Yanani, ondan sonra da Çobanoğlu takma adını kullandı.
Öğretmen
Ana baba gibi emeği vardır
Ağızdır, lisandır, dildir öğretmen
Sevgisi, şefkati insana yardır
Vücuttur kanattır koldur öğretmen
Talebe okulun yeşil fidanı
Yanan bir ocağın sönmez dumanı
Öğretmendir yaraların dermanı
Arıdır, kovandır, baldır öğretmen
Öğretmendir bize gösteren yolu
Odur talebenin kanadı kolu
Öğretmen hazinedir, doludur dolu
Yapraktır, ağaçtır, daldır öğretmen
Öğretmendir fabrikanın temeli
Öğretmendir bütün dünyanın dili
Bütün insanlara uzanır eli
Bize ışık tutan yoldur öğretmen
Öğretmendir ışık veren dünyaya
Öğretmendir bizi götüren aya
Öğretmenin ilmi benzer deryaya
Irmaktır denizdir göldür öğretmen
Sende yetişmiştir nice paşalar
Öğretmensiz açılır mı kapılar
Temelinden sağlam olan yapılar
Çobanoğlu der ki güldür öğretmen
Murat Çobanoğlu
Aşık Şeref Taşlıova
1938 yılında Kars’ın eskiden Çıldır ilçesine, bugün ise Arpaçay’a bağlı Gülyüzü (Pekreşen) köyünde doğdu. Babasının adı Hacı, annesinin adı Nergis’tir. Nüfus cüzdanında doğum tarihi 10 Nisan 1938 olarak yazılı ise de, annesinin ifadesine göre Kasım 1938 sonunda veya Aralık 1938 ayında doğmuştur. Babasının soyu, Kafkasya Borçalı’dan, şair Samet Vurgun’un köyü Salahlı’dan gelmiştir. Bir süre Çıldır’ın Karakale köyünde yaşayan Salihgiller ailesi, daha sonra Gülyüzü köyüne yerleşmiştir. Kars’ta “Terekeme” olarak bilinirler. Üçüncü veya dördüncü nesil dedesi Halil Efendi de iyi bir âşıkmış.
Yedi yaşındayken babasını kaybetti. Bir erkek, iki kız kardeşiyle birlikte küçük Şeref’i annesi büyüttü. İlkokulu köyünde okudu. Daha ilkokul üçüncü sınıfta iken âşıklığa heves etti. Çünkü, çevresinde âşıklara nasıl itibar edildiğini görüyordu. Öğretmeni Hasan Kartarı’nın âşık olmasında rolü büyüktür. 1950 yılında ilkokulu bitirdi. Ondaki müzik yeteneğini gören Çıldır Kaymakamı İbrahim Öztürk, Ankara Devlet Konservatuvarına göndermek istediyse de olmadı. 1951 yılında Kars Cılavuz Köy Enstitüsü giriş sınavlarını kazandı. Birinci sınıfta bir süre okudu. Tatilde köyüne döndüğünde erkek kardeşinin öldüğünü öğrendi. Annesi, köy işlerine yardım etmesi için onu okula göndermedi. Bunun üzerine öğretmeni Hasan Kartarı’nın teşvikiyle âşıklığa ağırlık verdi. Âşık Şenlik’in oğlu Âşık Kasım’ın yanına çırak durdu. İki yıl kadar çıraklık yaptı. Daha sonra Âşık Gülistan ve Âşık Müdâmî’nin yanına gitti. Bu üç usta âşıktan saz çalmayı, şiir söylemeyi, hikâye anlatmayı öğrendi. Ayrıca yöresindeki âşıklardan Mehmet Hicranî, Dursun Cevlânî, İshak Kemalî, Topal Lâtif, Âşık Merdan, Âşık Abbas, Âşık Rıza ve İslâm Erdener’i dinleyecek âşıklığını geliştirdi.
1958-1960 yılları arasında Isparta, İzmir ve İstanbul’da askerlik görevini yerine getirdi. Bu arada, 1959 yılında Münire Hanımla evlendi. Bu evlilikten altısı kız (Ülkü, Benure, Şengül, Çiğdem, Dilek, Zübeyde), biri erkek (Muammer Mete) yedi çocuğu oldu.
Askerlik dönüşü 1964 yılında Kars Radyosunun açtığı sınavı kazanarak radyoda çalıp söyleme hakkını elde etti. On yıl kadar, sözleşmeli olarak program yaptı. Bir yandan da köyünde çiftçiliği, âşıklığı sürdürdü. 1971 yılında ailesiyle birlikte Kars merkezine yerleşti. Burada, Âşık Murat Çobanoğlu’nun kahvesinde (sonraları ne hikmetse Gazino) Karslı âşıklarla beraber çalıp söyleyip hayatını kazandı.
1990 yılında, Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in teklifi üzerine Âşık Murat Çobanoğlu ile birlikte Kültür Bakanlığı Sivas Devlet Türk Halk Müziği Korosuna sanatçı olarak atandı. Bakanlıkça verilen görevlere Kars’tan gelip gittiler. Seyahat zorluğu sebebiyle, 1994 yılında ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti. Önce Batıkent’te oturdu. Sonra Keçiören’de bir daire satın alarak bu semte taşındı. Keçiören’de oturmakta iken Kültür Bakanlığınca verilen görevleri yerine getirdi. 2003 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı.
HAYAL ŞEHRİ
Bir hayal şehrine uğradı yolum,
Topraktan yağmurlar yağar havaya.
Serçe tırpan almış, ördek tırmığı,
Deve ayak üstü çıkmış yuvaya.
Bir karınca gökte turna avlıyor,
Örümcekler kurt peşine havlıyor,
Fare gitmiş balinayı avlıyor,
Su içerken bir fil düşmüş kovaya.
Zürafa teknede yoğurmuş hamur,
Sincap duvar yapar, aslan da çamur,
Leylek kaplanlara çıkarmış emir,
Demiş hemen, çadır kurun ovaya.
Çekirgeyi çoban tuttum koyuna,
On beş metre şal istedi boyuna,
Topal sinek davet etmiş köyüne,
Akrep lokman olmuş, çıkmış devaya.
Keklik otel açmış, ceylan müşteri,
Baykuş gelenleri alır içeri,
Geyik meddah olmuş açar hüneri,
Kelebekler el kaldırmış duaya.
Âriftir benim bu sözümü bilen,
Anlayıp içinden hissesin alan,
ŞEREF bunu söyler sanmayın yalan,
Tabiatı birleştirdim rüyaya.
Şeref Taşlıva
Aşık Reyhani
Kendi sesinden şiiri
1932 yılında Hasankale'nin Alvar köyünde doğdu. Asıl adı Yaşar Yılmaz'dır. İran'dan göçen babası önce Kars'a daha sonra Erzurum'a yerleşti. Aşık Reyhani'nin çocukluğu köyünde geçti. Zaman zaman komşu köylere gitme olanağı bulduysa da daha başka yerlere gidemedi. Okuma yazmayı okula gitmeden öğrendi. Sonraki yıllarda ise dışarıdan sınava girerek diploma aldı.
Küçük yaşlarda köyüne gelen aşıklardan etkilendi. Hem aşıklardan dinleyerek hem de eline geçen kitapları okuyarak birçok halk hikayesini öğrendi. Kendi aşıklığı ve şiir yazmaya başlaması 18 yaşından sonradır.
Reyhani, rüyasında gördü bir kıza aşık oldu. Kısa bir süre sonra da kızı kaçırdı. Birkaç ay geçmeden evliliği geçimsizliğe ve huzursuzluğa dönüştü. Bunun üzerine karısının ailesi kızlarını alarak başka biriyle evlendirdiler. Aşık Reyhani, bu dönemden sonra Dertli mahlasıyla şiirler yazmaya, türkü söylemeye başladı. Ancak bu mahlası uzun süre kullanmadan, Bayburtlu Aşık Hicrani tarafından Reyhani mahlası verildi.
Konya Aşıklar Bayramına aralıksız katılan 7 aşıktan biridir. Eski aşıkların dışında, yetiştiği Huzuri Baba, Nihani, Cevlani, Efkari, Murat Çobanoğlu'nun babası Gülistan Çobanoğlu gibi aşıklardan gelenek ve usul öğrendi.
İran'dan Avrupa'ya birçok ülkede türkü söyleyen Aşık Reyhani, katıldığı yarışmalarda da birçoğu birincilik olmak üzere çeşitli ödüller aldı. 1980'li yılların başında Erzurum'da bulunan Doğu Ozanları Derneğinin başkanlığına getirildi.
Aşık Reyhani birçok ülkeye konser ve konferanslara katılmak üzere çağrıldı. Ayrıca ABD'nin Michigan Üniversitesinde katıldığı bir konferanstan sonra kendisine fahri öğretmenlik unvanı verildi.
Şiirleri birçok gazete, dergi ve araştırmada yaralan ve çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Aşık Reyhani'nin, şiirlerinin bir bölümünü topladığı "Alvarlı Reyhani" (1962), "Böyle Bağlar" (1966), "Kervan" (1988) ve bazı düşünce ve şiirlerinden oluşan "Şu Tepenin Arkasında" adlı kitapları Dilaver Düzgün tarafından hazırlanan "Aşık Yaşar Reyhani", (1997) adlı kitap bulunmaktadır.
Şimdi
Tükendi mürekkep karıştı satır
Bilemez ki katip ne yaza şimdi
Dört mevsimde ne şevk ne umut kaldı
Minnet ne bahara ne yaza şimdi
Vazgeç gafil göremezsin içimi
Sen kendinle kıyas etme suçumu
Doğuştan simsiyah olan saçımı
Söyle kim boyadı beyaza şimdi
Reyhani'yim geçti ömrüm saz ile
Gıda aldık hayaldeki haz ile
Bir ömür devrettik cilve naz ile
Naz bitti çevrildik niyaza şimdi
Tükendi mürekkep karıştı satır
Bilemez ki katip ne yaza şimdi
Dört mevsimde ne şevk ne umut kaldı
Minnet ne bahara ne yaza şimdi
Vazgeç gafil göremezsin içimi
Sen kendinle kıyas etme suçumu
Doğuştan simsiyah olan saçımı
Söyle kim boyadı beyaza şimdi
Reyhani'yim geçti ömrüm saz ile
Gıda aldık hayaldeki haz ile
Bir ömür devrettik cilve naz ile
Naz bitti çevrildik niyaza şimdi
Dönemin diğer sanatçıları:
- Ali İzzet Özkan
- Aşık Mevlit İhsani
- Nuri Çırağı
- Hüseyin Çırakman
- Aşık Ali Gürbüz
- Zakiri
- Rahimi
Bu dönemin kadın aşıkları:
- Nevcivan Özmerih
- Sarıca Kız
- Döne Sultan
- Şah Turna
- Aşık Nurşah
Özet:
15. yüzyıl, bir hazırlık dönemidir. Aşık tarzının başlangıç çağı olan 16. yüzyılda ilk örneklerin ortaya konulduğu görülür. Gelişme ve olgunlaşmanın gerçekleştiği 17. yüzyıldan sonra arayış ve asıl aşk tarzından uzaklaşmanın sonucu olarak güçlü temsilcilerin yetişmediği 18. yüzyıl gelir. Yeniden canlanma ve toparlanmanın yaşandığı 19. yüzyılı teknolojik gelişmelerin etkisiyle geleneğin elektronik ortama kaydığı 20. yüzyıl takip eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder