- Aşık edebiyatı temsilcileri ile ilgili araştırmalarda karşılaşılan en önemli sorun, terminoloji sorunudur. Bu alandaki karışıklığın bir kaç nedeni vardır.
- İlkin, geleneğin sözlü kültür yoluyla yayılması ve gelişmesi, onu sürekli canlı ve değişken kılmaktadır. Farklı dönem ve coğrafyalarda günün ihtiyaçlarına göre eklenen veya çıkarılan unsurlarla gelenek değişmekte, bundan dolayı bazen gerilemekte bazen de yenilenmektedir.
- İkinci olarak, gelenek temsilcilerinin ve halkı yaptığı adlandırmalarda bölgesel özellikler, kişisel bakış açıları ve farklı ilgilerin varlığı söz konusudur.
- Son olarak bilim adamı ve araştırıcıların bir terminoloji oluşturma gayreti içinde ortaya koydukları öneriler her zaman değilse bile kimi kez genel bir kabul görmektedir. bütün bunların temelinde alanla ilgili araştırmaların henüz yeni oluşunu aramak gerekmektedir.
- En eski Türk şairlerinin ''sahir-şairler'' olduğunu belirten Fuat Köprülü, farklı Türk boylarında bu şairlerin ''şaman'', ''oyun'', ''kam'', ''baksı'' ve ''ozan'' gibi adlarla anıldığını ifade eder. ''Sihirbazlık, rakkaslık, musikişinaslık, hekimlik gibi birçok vasıfları kendilerinde toplayan bu adamların halk arasında büyük bir yer ve ehemmiyet olduğunu'' belirten Köprülü, zamanla Türk toplulukları arasında gelişen iş bölümünün doğal bir sonucu olarak bu görevlerin farklı meslekler haline geldiğini ve farklı kişiler tarafından icra edildiğini açıklar. Fuat Köprülü, bu adlardan özellikle ''baksı'' ve ''ozan'' üstünde durur.
- Baksıların ''en eski devirlerde, musiki ile sihir yapan, şiirler terennüm eden, gaibden haber veren, hekimlik eden kamlar'' olduğunu söyleyerek ''ozan'' kelimesi hakkında şu bilgileri verir: ''Oğuzların baksı mevkı'inde ve onunla aynı manada kullandıkları ozan kelimesine gelince, Yakutlar'daki Oyun-şaman kelimesinin aynı gibi görünen bu kelime, bizim bugün ''aşık dediğimiz halk şair-musikişinaslarına verilen eski isimdir.'' ''Ozan'' kelimesinin Dede Korkut Kitabında da yer aldığına dikkat çeken Köprülü, Selçuklu ordularında bulunan ozanların Anadolu Türk Beyleri'nin saraylarında 15. asır ortalarına kadar görüldüğünü, ondan sonra gerek Azerbaycan'da, gerek Anadolu'da ''aşık'' kelimesinin ''ozan''ın yerini aldığını belirtir.
- 15. yüzyıldan sonraki uzun bir düre içinde ''aşık''ı karşılamak üzere kullanıldığına tanık olmadığımız ''ozan'' kelimesi, 20. yüzyılın ortalarından, özellikle 1970'li yıllardan itibaren tekrar aşık edebiyatı temsilcilerini karşılamak üzere kullanılmaya başlanmış, bu adlandırmada da yine bazı bilim adamı ve araştırmacıların tepkisine neden olmuştur.
- Son zamanlarda ''ozan'' veya ''halk ozanı'' terimlerinin iyice yerleştiğini görmekteyiz. Hatta bazı gelenek temsilcilerinin kendilerini zaman zaman ''aşık'' yerine ''ozan'' veya ''halk ozanı'' terimleriyle takdim ettiği görülmektedir. ''Ozan'' kelimesinin geniş çevreler tarafından kabul görmesi, bazı kesimlerin aşık tarzını bilmemesi, ''aşık'' kelimesinin daha çok ''seven anlamıyla yaygınlık kazanması, ayrıca bazı gelenek temsilcilerinin daha çağdaş ve modern görünme çabaları bu gelişmedeki etkili faktörler olarak karşımıza çıkıyor.
Aşık edebiyatı temsilcilerini iki grupta ele almak gerekir. Bu gruplandırma, gelenek temsilcilerinin ortaya koydukları ürünlerin biçim ve içeriği ile değil, ortaya konuluş tarzıyla ilgilidir.
a. Sanatlarını saz eşliğinde icra edenler:
Bu sanatkarlar, icra sırasında saz (önceki dönemlerde bazen saz, bazen çöğür) adlı müzik aletini kullananlardır. Saz çalmanın tabii bir sonucu olarak bunlar, ürünlerini çeşitli toplulukların önünde sunarlar. Hem önceden düşünerek, olgunlaştırarak yazdıkları veya söyledikleri eserleri hem de irticalen (hazırlıksız/doğaçlama) ortaya koydukları eserleri arz ederler.
İrticalen söylenenler, genellikle karşılaşmalar sırasında ortaya konulanlardır. Bu sanatkarlar, gerektiğinde hikaye anlatma görevini de üstlenirler. Hikayelerin olay örgüsü önceden belirlenmiştir. Ancak anlatma zamanına ve mekanına bağlı olarak icra sırasında bazı değişiklikler yapılabilir. Üslupta ve olay örgüsündeki bazı ayrıntılarda sanatçı, irtical (doğaçlama) yeteneğini kullanır. Bir sanatçının bu grupta değerlendirilebilmesi için mutlaka saz çalıyor olması gerekir.
b. Sanatlarını saz eşliğinde icra etmeyenler:
Bunları birinci gruptaki gelenek temsilcilerinden ayıran en belirgin özellik, icra sırasında herhangi bir müzik aletini kullanmamalarıdır. İstisnaları olmakla birlikte genellikle irticale başvurmazlar ve karşılaşma yapmazlar. Ürünlerini serbest zamanlarda, düşünerek ortaya koyarlar. Ancak ortaya koydukları metinler aşık tarzının bütün biçim ve içerik özelliklerini taşır.
Bu sanatçıları da öğrenip görüp görmemeleri bakımından iki grup halinde incelemek mümkündür. Öğrenim görmeyenler, temelde manzume ortaya koyanlar oldukları için ''şair''dirler. Duyuş ve düşünüş tarzı bakımından, kullandıkları dil yönünden halkın geleneksel yaşam biçimine bire bir uygunluk göstermeleri, onlara ayırıcı özellik olarak '' halk şairi'' denilmesini gerektirir.
Öğrenim görenler ise, ürünlerini ortaya koyarken aşık tarzının bütün biçim ve içerik özelliklerini yerine getirirler, ancak dil ve imaj bakımından yüksek zümreye yaklaşarak ister özenti biçiminde, isterse şairliğin doğal seyri ve çevresel faktörlerin etkisiyle olsun, öğrenim görmeyenlerden ayrılırlar. Bunlar, yirminci yüzyıl başlarına kadar divan şiiri dediğimiz klasik Osmanlı şiirinden, günümüzde ise modern Türk şiirinden etkilenen sanatkarlardır. Bu gruptaki şairleri ise ''kalem şairleri'' terimini aşıkların klasik şairler hakkında kullandıklarını belirtiyorsa da gerek divan şiiri mensuplarının, gerekse bu konuda araştırma yapanların ''kalem şairi''ni o anlamda kullandıklarına pek fazla tanık olmuyoruz. Kalem şairi terimi gerek araştırıcılar gerekse halk arasında aşıklık geleneğini nazım türleri ve biçimleri temelinde sürdüren, saz çalmayan okur yazar şairleri diğerlerinden ayırmak için kullanılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder