1) “……. , şekil olarak koşmaya benzer. Maniye benzeyenler de vardır. Genellikle 11’li hece ölçüsüyle yazılır. Anonimdir. Ezgiyle söylenir. Aşk, savaş, kahramanlık konuları işlenir.”
Yukarıdaki parçada bahsedilen nazım şekli aşağıdakilerden hangisidir?
A) Semai B) Türkü C) Ninni D) Tekerleme E) İlahi
2) I. Koşma Aşık edebiyatı nazım biçimlerindendir.
II. Uyak şeması abab, cccb, dddb şeklindedir.
III.11’li hece ölçüsüyle yazılır.
IV. Taşlama, güzelleme, koçaklama, ağıt gibi türleri vardır.
V. Söyleyeni belli değildir. Yukarıda koşma için verilen bilgilerden hangisi yanlıştır? A) I B) II C) III D) IV E) V
3)Aşık tarzı Türk halk edebiyatında, bir kişiyi ya da toplumsal düzeni eleştiren yergi konulu şiirlere ”’ denir. Bunun yanı sıra doğa güzelliklerini ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için söylenen şiirlere ” denir.
Yukarıdaki parçada boş bırakılan yerlere sırasıyla aşağıdakilerden hangileri getirilmelidir?
A) Hicviye-güzelleme B) Güzelleme-koçaklama C) Taşlama – şarkı D) Taşlama-güzelleme E) Taşlama-gazel
4) Çukurova bayramlığın giyerken Çıplaklığın üzerinden soyarken Şubat ayı kış yelini koğarken Cennet demek sana yakışır dağlar Yukarıdaki dörtlük aşağıdaki nazım türlerinden hangisine örnektir? A) Koçaklama B) Güzelleme C) Ağıt D) Devriye E) Taşlama
5) Çark bozulmuş dünya ıslah olmuyor Ehli fukaranın yüzü gülmüyor Aşık Ruhsat dediğini bilmiyor Yazı belli değil hat belli değil Yukarıdaki dörtlük halk edebiyatının hangi türüne örnek gösterilebilir? A) Şathiye B) Koçaklama C) Ağıt D) Taşlama E) Güzelleme
6) Aşağıdakilerden hangisinde aşık edebiyatı nazım biçimleri birlikte verilmiştir? A) mani-koşma-varsağı B) koşma-ninni-türkü C) türkü-semai-koşma D) varsağı-koşma-semai E) ilahi-türkü-koşma
7) Vay beni eyle beni Elekten ele beni Alacaksan al artık Düşürme dile beni Yukarıdaki dörtlüğün nazım şekli aşağıdakilerden hangisidir? A) Ağıt B)Koşma C) Varsağı D) Mani E) İlahi
8) Aşağıdakilerden hangisinde koçaklama şiirleriyle ünlü iki şairimiz bir arada verilmiştir? A) Karacaoğlan - Yunus Emre B) Yunus Emre - Mevlana C) Dadaloğlu - Karacaoğlan D) Mevlana - Dadaloğlu E) Hacı Bektaş- ı Veli - Dadaloğlu
19) I. Uyak örgüsü II. Konuları III. Hece ölçüsü IV. Dörtlük sayısı V. Anonim olması Yukarıdakilerden hangisi koşma ile türkünün benzer özelliklerinden biri olamaz? A) V B) IV C) III D) II E) I
10) I. Koşma II. Türkü III. Şarkı IV. Tuyuğ V. Nefes Yukarıdakilerden hangisi halk edebiyatı nazım şekillerinden değildir? A) III ve IV B) II ve IV C) II ve III D) III ve V E) IV ve V
Güzelleme, genellikle güzelliğin, özellikle de bir güzelin övgüsünün dillendirildiği koşmalara verilen addır. Bu tip koşmaların ana konusu güzellik, sevgi, aşk ve hicrandır. Elinde sazıyla diyar diyar dolaşan, pınar başlarında, oba çadırlarında ve düğünlerde gördüğü güzellere şiirler düzen aşıkların verdiği ürünlerin başında güzellemeler gelmektedir.
Sarı edik giymiş goncu kısağrak
Gidiyordu birim birim basarak
Anası mayadır kızı beserek
Emirler'den bir kız indi pınara
KOÇAKLAMA
''Yiğitleme''de denilen ve yiğitliğin, kahramanlığın terennüm edildiği koşmalardır ve destanlara nazaran daha kısadır. aşık tarzı şiir geleneğinde koçaklama ya da yiğitleme deyince akla önce Köroğlu ve Dadaloğlu gibi isimler gelir.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
TAŞLAMA
Aşık edebiyatında toplumdaki haksızlıkların, yolsuzlukların, geriliklerin ve ekonomik sorunların mizahi bir dille sergilendiği koşmalardır. Özellikle aşıkların atışmalar sırasında birbirleriyle ince ince alay ettikleri görülür. Taşlamalarda hiciv ve alay sanatlı bir şekilde görülür.
Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde?
AĞIT
Aşık edebiyatında bir törene bağlı olsun olmasın, acıklı bir olayı konu alan koşmalardır. ağıtlar yalnız ölüm karşısında değil; savaş, yangın, sel, deprem gibi doğal afetler üzerine söylendiği gibi çeşitli kaza ve hastalıklar karşısında, askere ya da gurbete gidenlerin, baba evinden uğurlanan gelin kızların arkasından da söylenir.
Elveda günüdür çimenli dağlar
Göllerde yeşilbaş sunalar kaldı
Sadrı mermer, ak suvaklı odalar
Cenneti okşayan haneler kaldı
VARSAĞI
Koşmanın özel bir ezgi ile söylenen bir çeşidi olarak kabul edilen varsağı genellikle ''varsak'' boyuna bağlanmıştır. Varsak, ozan veya aşık anlamına gelen bir sanatkar tipiyle bir makam adını da karşılar.
Yürü bre Bulgar dağı
Senden yüce dağ olma mı
Sen yalanın güzelisin
Yanakların ağ olma mı
SEMAİ
Varsağı gibi ''tür'' olarak kabul edilir. Aşıklar tarafından özel bir ezgi ile terennüm edilen ''semai''ler genelde sekizli hece ölçüsüyle meydana getirilmişlerdir. Daha çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenmiştir. Güzellemelere göre daha kıvrak bir üslubu vardır.
Anonim halk şiirinin en önemli nazım şekli olan ve tekke şiirinde de kullanılan mani şekli, aşık şiirinde de karşımıza çıkmaktadır. Aşıklar arasında mani söyleyenler bulunmaktadır. Mumama, lugaz gibi ''askı'' geleneğine bağlı manilerin yanı sıra, halk hikayesi içinde de aşıkların mani söyledikleri görülmektedir.
Gittim dostum bağına
Kondum gül budağına
Ötemedim kar yağdı
Gönlümüzün bağına
Geçtim devletten vardan
Bütün dosttan ağyardan
Zülal ihtiyar amma
Gönül ayrılmaz yardan
KOŞMA
Mani gibi kendine özgü yönleri olan nazım şekli bir kenarda bırakılacak olursa aşık şiirinin yegane nazım şeklinin ''koşma'' olduğu söylenebilir. Diğerlerinden görece dörtlük sayısı daha fazla olan destanlardan başlayarak varsağı, semai, ağıt, koçaklama, güzelleme gibi bir çok şiir türü koşma nazım şekliyle ortaya konmuştur. Bütün bu zenginlik ise, koşmanın bir çok nedenle farklı adlar almasını sağlamıştır. Bu farklı adlandırmalar bazen şekle yönelik bazen de konuya ve ezgiye yönelik olabilmektedir.
A. Asıl Koşma:
''Düz koşma'' ya da ''adi koşma'' da denilen asıl koşma, genellikle 8 ve 11 heceli, 4+4, 6+5 veya 4+4+3 duraklı dizelerin oluşturduğu dörtlüklerden kurulur. Dörtlük sayısı, genellikle 3 ile 5 arasında değişmektedir. Türk halk şiirinin en çok kullanılan biçimidir.
B. Kelime oyunu ile kurulan koşmalar:
Dedim-Dedi'li koşma : Aşık ve sevgilinin ''dedim-dedi''li ifadelerle başlayan karşılıklı manzum konuşmalarını içerek koşmalardır. Bu tip koşmalarda, seven ve sevilen arasında geçen karşılıklı çekişmenin aşık tarafından dile getirildiğine de sıkla rastlanmaktadır.
Dedim bu Ömer'in aklını aldın
Dedi sevdiğine pişman mı oldun
Dedim dilber niçün sararıp soldun
Dedi hep çektiğim dil yarasıdır
2. Tecnis: Güçlü örneklerine Azerbaycan sahasında rastladığımız bu koşma çeşidi kafiyelerinin cinaslı oluşuyla diğerlerinden ayrılır:
Gevheri der benim yarim güzeldir
Güzel ağız, güzel gözlü güzeldir
Güzeli de güzel eden göz eldir
Anın için aşık oldum o yara
3. Koşma şarkı: Koşma hanelerinin son dizeleri aynen tekrar edilir. Kuruluşça ''şarkı''ya benzerler. Dörtlüklerin son dizelerinin aynen tekrarlanması nedeniyle türkülere benzetilmiştir.
4. Musammat koşma: Sonlarında kafiye bulunan koşma dizelerinin arada sondakine uyan ikinci bir kafiyeye sahip olmalarından dolayı bu koşmalara ''musammat koşma'' denilmiştir. Böylece her bir dize, aynı kafiye de iki parçaya bölünmüş olur.
C. Ek Getirilerek Kurulan Koşmalar:
Ayaklı koşma: Koşmanın ilk dörtlüğünün ikinci ve dördüncü dizelerinden sonra beş heceli kısa bir dizenin eklenmesiyle oluşan koşma biçimidir.
Yedekli koşma:Hanelerin beyitleri arasına mani ya da değişik dize eklenmesiyle meydana getirilen koşmalara denir.
Ç. Kelime Taşırması ile Kurulan Koşmalar:
Zincirbent koşma:Hane sonlarındaki kafiye kelimesinin bir sonraki hanenin başında yer almasıyla meydana getirilen koşmalara denir
Zincirleme koşma:Dize sonlarındaki kafiye kelimesinin bir sonraki dizenin başında yer almasıyla oluşturulan koşmalara denir.
D. Karışık Kurulan Koşmalar:
Zincirbent ayaklı koşma: Ayaklı koşmaların kısa dizeleri ya da kısa dizelerin son kelimelerini kendisinden sonra gelen dizelerde tekrarlamakla meydana getirilen koşmalara denir.
Musammat ayaklı koşma: Hem musammat hem ayaklı koşmanın bütün özzelliklerini bünyelerinde barındırsn koşmalara denir.
Musammat zincirbent koşma:Hem musammat hem de zincirbent koşmanın özelliklerine sahip olan koşmalara denir.
Önce hece ölçüsü ile oluşturulan şiirler için kullandığımız temel terim ve kavramları tanımlayalım;
Nazım Birimi:Nazım şekillerini belirlemede ölçü olarak kullanılan ve şiirin yapısal açıdan inşasında kullanılan ve kendi içinde organik bütünlüğe sahip bölümlerinden biridir.
Aşık şiirinin nazım birimi ''dörtlüktür.''
Hece Ölçüsü: Aşık tarzının heceli şiirlerinde kullanılan ölçüler ve duraklar. Bunları üç grup halinde ayırabiliriz.
4+4+3 ya da 6+5 duraklı, 11' li heceli olan şiirler.
4+4 ya da serbest duraklı 8 heceli olan şiirler.
4+3 ya da serbest duraklı 7 heceli şiirler
Kafiye Örgüsü (Uyak Düzeni): Belli bir ölçüde söylenmiş olan şiirin içinde uyakların sıralanış ve tekrarlanış kuralları. Aşık şiirinde koşma şekli uyak düzeni ve mani şekli uyak düzeni olmak üzere iki çeşit uyak düzeni vardır.
Koşma şekli uyak düzeni 8 ve 11 hece ölçülü şiirlerde ya abab-cccb-dddb ya da abcb-dddb-eeeb şeklindedir.
Mani şekli uyak düzeni ise 7 ve 8 hece ölçülü şiirlerde aaba-ccdc-eefe şeklindedir.
Biçim (Hacim): Nazım birimi dörtlük sayısına bağlı olarak uzunluk ve kısalık veyahut hacim açısından uzun olan destan biçimiyle kısa olan biçimlerin (koşma ve mani) ayırt edilişini sağlayan ölçüt.
Uzun biçim (destan) en az 5 veya 7 dörtlükten oluşan konuya ve konuyu işleyen aşığın gücüne göre 100 dörtlüğü aşabilen başka bir ifadeyle sınırsız olan biçimdir.
Kısa biçimler; koşma en az 2 ve en fazla 5 dörtlükten ibaret olan biçimdir. Mani biçimi ise en az bir dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısı birden fazla olduğunda ise koşma ve destan biçimlerinin tahditlerine uygun olarak yer aldığı türe göre adlandırılır.
Konu: Şiirde anlatılan şey veya şeyler. Aşık şiirinde konu sınırsızdır. Aşık tarafından herhangi bir nedenle şiirleştirilmeye değer bulunan bir konu ele alınabilir.
Şekil: Şiirin nazım birimi, ölçü ve kafiye örgüsü gibi dış özelliklerine dayalı olarak belirlenmiş yapı. Aşık şirinde koşma ve mani olarak iki şekil vardır.
Anlatım Tutumu (Eda): Yaratıcı veya icracının dinleyicide uyandırmak istediği duygu ve düşünceleri gerçekleştirme amacına yönelik olarak konuya karşı takındığı (övme, yerme, yerinme ''şikayet'', öğüt verme, bilgilendirme ''didaktik'', eğlendirme ''güldürme'', yas tutma ''ağlatma'') gibi geleneksel tavırlar ve bunlara bağlı olarak konuyu işleyiş tarzının her biri.
Aşık şiiri bağlamında eda bir başka ifadeyle aşığın, şiirinin mesajının icra bağlamında dinleyicide uyandırmasını beklediği duygusal reaksiyona yönelik olarak konuyu ele alışında ezgiyle bütünleşen ve geleneksel olarak kalıplaşmış anlatım tutumu olarak tanımlanabilir.
Aşık şiirinde herhangi bir tema yukarıda sayılan yedi edayla veya şekilde ele alınabilir. Bir başka söyleyişle her hangi bir konuyu işleyen bir aşık işlediği konunun icrasıyla dinleyicisi üzerinde yedi açıdan veya aşığın şiiriyle verdiği mesajın niteliği yedi kategoriden birinde ele alınabilir. Çok nadir olarak şiirde birden fazla işleyiş tarzı bulunabilir.
Ezgi: Konu ve anlatım tutumu açısından (şekil ve biçimle ''hacim'' beraber) türü belirleyen geleneksel aşık havası veya havaları.
Tür: Bir nesnenin bir benzerinin üretilebilmesi şartlarını haiz olarak üretilen nesneler grubu. Bu formülün aşık şiiri için uygulanışı; bir aşık şiirinin şekil, ezgi, biçim (hacim) açısından benzerlerinin üretilebilmesi şartlarının belirlendiği ve bu şartlara göre oluşan benzerleriyle birlikte oluşturduğu, kalıplaşmış icra ve geleneksel işlevlere sahip şiir gruplarından her biri, şeklindedir.
Bu şekilde tanımladığımız kavramları kısa formüller halinde göstermek gerekirse;
Bir aşık şiirinde türün formülasyonu: (şekil + ezgi + biçim(hacim) +geleneksel icra bağlamı = tür) şeklindedir.
Bir aşık şiirinde şeklin formülasyonu: (nazım birimi + ölçü + kafiye veya uyak şeması = şekil) şekindedir.
Bir aşık şiirinde ezginin formülasyonu: (konu + anlatım tutumu (eda) + şekil =ezgi) şeklindedir.
Bir aşık şiirinde biçimin (hacim) formülasyonu: (dörtlük sayısı (uzunluk-kısalık) + konu = Biçim(hacim) şeklindedir.
Bu kavramların tanım ve tür formülasyonuna göre, aşık tarzı şiir geleneğinin heceli türleri şu şekilde tasnif edilebilir:
Biçim(hacim) bakımından
a. Kısa biçimler: 1. Koşma 2. Mani
b. Uzun biçimler: 1. Destan, şeklindedir.
Kısa Biçim:
Koşma
En az: 2 dörtlük
En çok:5 dörtlük
Kısa biçim:
Mani
En az: 1 dörtlük
En çok : Türüne göre
değişebilir
Uzun içim:
Destan
En az: 5 veya 7
dörtlük
En çok: Sınırsız
2. Şekil bakımından:
Mani
Koşma şeklindedir.
Heceli şiirlerin şekil şeması
Ölçü
Nazım birimi
Uyak şeması
Mani
7
dörtlük
aaba
Koşma
5-6-7-8-11
4+4=8
4+4+3=11
6+5=11
dörtlük
Aaaba-cccb-dddb
Abcb-dddb-eeeb
Abab-cccb-dddb
3. Ezgi bakımından
Ağıt
Güzelleme
Koçaklama
Taşlama
Semai
Varsağı
Diğer koşma ve destanlar
4. Aşık Tarzı Heceli Şiir Türleri
A. Koşma Türü
Koçaklama Koşmalar
Güzelleme Koşmalar
Ağıt Koşmalar
Taşlama Koşmalar
Ezgi, şekil ve konuya bağlı diğer koşmalar
B. Destan Türü
Koçaklama destanlar
Güzelleme destanlar
Ağıt destanlar
Taşlama destanlar
Ezgi, şekil ve konuya bağlı diğer destanlar
C. Semai türü
Semai (heceli)
Semai (aruzlu)
D. Varsağı türü
Aşık Tarzı Edebiyat Geleneğinde Heceli Şiirlerin Tür Şeması
Aşık edebiyatı temsilcilerinin yetiştikleri sosyal çevre ile ilgili araştırmalarda farklı tasniflerle karşılaşırız. Bu farklılık, aşıklık geleneği içinde yetişen sanatkarların belli bir toplumsal tabaka ile sınırlı olmamaları, dönemlere ve bölgelere göre farklı eğilimlere sahip bulunmaları sonucunu doğuran karmaşık bir yapı arz etmelerinden kaynaklanır.
Türklerin Anadolu' da kurdukları yerleşik medeniyet içinde beliren yerleşim birimlerini ana hatlarıyla köy ve şehir olarak iki grupta incelemek mümkündür.
Şehirlerde yetişen aşıklar, çeşitli kültürel ortamların ve kurumların etkisinde kalmışlardır. Bu aşıkların bir kısmı, köklü bir öğrenim görmemekle birlikte medrese çevrelerinden uzak kalmamışlar, klasik edebiyata ve müziğe az çok aşina olmuşlardır. Şehrin ileri gelenlerinin, varlıklı insanların konaklarındaki sohbetlerde bulunmuşlardır. Şehir hayatının sunduğu imkanlar ve kendi yetenekleri ölçüsünde bu kültürel ortamdan yararlanmışlardır. Şehir çevrelerinde yetişen aşıklardan kimileri, kahvehane eksenli bir sanat atmosferi içinde yoğrularak halkla birebir ilişkiyi daha canlı tutmaya çalışmışlardır.
Köylerde yetişen aşıklar, iki ayrı sosyal yapının içinden gelmektedirler. Bu aşıklardan bazıları göçebe veya yarı göçebe olarak yaşamlarını sürdürürler. ''Konargöçer'' biçiminde de adlandırılan bu gruptaki şairlerin ürünlerinde tabiat, ağırlıklı bir yere sahiptir. Diğerleri ise yerleşik hayatı benimsemiş, öncekilere göre şehir hayatıyla daha yakın bir temas kurmuş olan şairlerdir. Köylerde yetişen aşıklar, geçmişte klasik edebiyat ve aruz vezninin, günümüzde ise modern edebiyatın ve buna bağlı nazım şekillerinin etkisinden oldukça uzaktırlar.
Yetiştikleri sosyal çevre ne olursa olsun, aşıkların hayatında mesleğe yönelişlerinden ustalık derecesine ulaşıncaya kadar belli bir yetişme ve olgunlaşma süreci söz konusudur.
Rüya Görme, Bade İçme
Aşık edebiyatı içinde rüya ve bade motifleri, bir takım efsane, rivayet ve hikayelerin etkisiyle abartılı yönleriyle sunulmuş, bu sunuluş biçimi, aşıkların hayatı ile ilgili olarak gerçek olanla olmayan noktasında bir takım karışıklıklara sebep olmuştur.
Aşıkların hayatında rüya olgusu elbette vardır. Her insan gibi, aşık adayları da çeşitli faktörlerin etkisiyle rüya görürler. Rüyada bir sevgili ile karşılaşabilirler. Bir bilge kişiden nasihat dinleyebilirler. Hatta gerek sözlü gelenek yoluyla, gerek yazılı eserden okudukları, bilinçaltında günlerce muhafaza ettikleri biçimiyle bu idealize edilmiş rüyanın bazı unsurlarını görebilirler. Uyandıklarında bu rüyanın etkisinde kalabilirler.
Yakın geçmişte ve günümüzde yaşayan aşıklara rüyalarında peygamber, Hızır, pir, aşık veya bir kız tarafından bade sunulduğu, kimilerinin kendilerine sunulan bardak veya kadehteki sıvıyı içmelerine karşılık kimilerinin içemedikleri anlatılır.
Mahlas Alma
Aşık edebiyatı temsilcileri, mutlaka şiirlerinde kullandıkları bir isme sahiptirler. Mahlas olarak adlandırılan bu ikinci/takma isim, çeşitli yollarla edinilir. Bunlardan en yaygını aşık adayına ustası tarafından verilenidir.
Aşığın genellikle şiirinin son dörtlüğünde mahlasını anması, gelenek temsilcileri ve halk arasında ''tapşırma'' olarak adlandırılmaktadır.
Saz Çalma
Aşıklar manzum ürünlerini genellikle saz eşliğinde sunarlar. Şiirlerin belli bir ezgi ile dinleyiciye aktarılma mecburiyeti, aşıkların saz çalmayı öğrenmelerini de zorunlu kılmıştır. Aşıklık geleneği içinde ve halk arasında saza kutsallık atfedilmiştir. Saz çalabilen aşıklar, diğerlerinden daha fazla itibar görmüşlerdir.
Aşıklar saz çalmayı genellikle ustalarından öğrenirler. Saz ustası ve söz ustası farklı olan aşıklar da mevcuttur.
Çıraklık Eğitimi
Aşık adayının yetişmesi sırasında en çok başvurulan yollardan biri, çıraklık eğitimidir. Genellikle ilk gençlik, veya gençlik yıllarında olmakla birlikte, daha ileri yaşlarda da örneklerine rastlanan bu eğitimin amacı, gelecek kuşaklar arasında geleneğin yaşatılmasını sağlamaktır.
Usta-çırak ilişkisi, karşılıklı saygı ve sevgiye dayanır. Usta, kendi tarzını sürdürecek bir meslektaşını yetiştirmenin gururunu ve heyecanını yaşarken çırak, kendini kanıtlamış bir aşığın yanında yetişmenin ayrıcalığını hisseder ve bununla övünür.
Çıraklı eğitimi, ustanın teorik bilgileri adaya aktarmasından çok, adayın icra sırasında ustayı dinlemesi ve izlemesi esasına dayanır. Bunun gerçekleşebilmesi için çırak, ustanın sanatını icra ettiği her ortamda bulunmaya çalışır. Onun dinleyicilerine hitap şekli, hikaye anlatma üslubu, saz eşliğinde şiirlerini sunuş biçimi, saz çalma tekniği, ezgiyi oluştururken izlediği yol, bütün bunlar çırağın yakından takip etmesi gereken konulardır. Usta, çırağın belli bir seviyeye geldiğini inandığı zaman onun saz çalıp şiir söylemesine fırsat tanır.
Aşık edebiyatı temsilcileri ile ilgili araştırmalarda karşılaşılan en önemli sorun, terminoloji sorunudur. Bu alandaki karışıklığın bir kaç nedeni vardır.
İlkin, geleneğin sözlü kültür yoluyla yayılması ve gelişmesi, onu sürekli canlı ve değişken kılmaktadır. Farklı dönem ve coğrafyalarda günün ihtiyaçlarına göre eklenen veya çıkarılan unsurlarla gelenek değişmekte, bundan dolayı bazen gerilemekte bazen de yenilenmektedir.
İkinci olarak, gelenek temsilcilerinin ve halkı yaptığı adlandırmalarda bölgesel özellikler, kişisel bakış açıları ve farklı ilgilerin varlığı söz konusudur.
Son olarak bilim adamı ve araştırıcıların bir terminoloji oluşturma gayreti içinde ortaya koydukları öneriler her zaman değilse bile kimi kez genel bir kabul görmektedir. bütün bunların temelinde alanla ilgili araştırmaların henüz yeni oluşunu aramak gerekmektedir.
En eski Türk şairlerinin ''sahir-şairler'' olduğunu belirten Fuat Köprülü, farklı Türk boylarında bu şairlerin ''şaman'', ''oyun'', ''kam'', ''baksı'' ve ''ozan'' gibi adlarla anıldığını ifade eder. ''Sihirbazlık, rakkaslık, musikişinaslık, hekimlik gibi birçok vasıfları kendilerinde toplayan bu adamların halk arasında büyük bir yer ve ehemmiyet olduğunu'' belirten Köprülü, zamanla Türk toplulukları arasında gelişen iş bölümünün doğal bir sonucu olarak bu görevlerin farklı meslekler haline geldiğini ve farklı kişiler tarafından icra edildiğini açıklar. Fuat Köprülü, bu adlardan özellikle ''baksı'' ve ''ozan'' üstünde durur.
Baksıların ''en eski devirlerde, musiki ile sihir yapan, şiirler terennüm eden, gaibden haber veren, hekimlik eden kamlar'' olduğunu söyleyerek ''ozan'' kelimesi hakkında şu bilgileri verir: ''Oğuzların baksı mevkı'inde ve onunla aynı manada kullandıkları ozan kelimesine gelince, Yakutlar'daki Oyun-şaman kelimesinin aynı gibi görünen bu kelime, bizim bugün ''aşık dediğimiz halk şair-musikişinaslarına verilen eski isimdir.'' ''Ozan'' kelimesinin Dede Korkut Kitabında da yer aldığına dikkat çeken Köprülü, Selçuklu ordularında bulunan ozanların Anadolu Türk Beyleri'nin saraylarında 15. asır ortalarına kadar görüldüğünü, ondan sonra gerek Azerbaycan'da, gerek Anadolu'da ''aşık'' kelimesinin ''ozan''ın yerini aldığını belirtir.
15. yüzyıldan sonraki uzun bir düre içinde ''aşık''ı karşılamak üzere kullanıldığına tanık olmadığımız ''ozan'' kelimesi, 20. yüzyılın ortalarından, özellikle 1970'li yıllardan itibaren tekrar aşık edebiyatı temsilcilerini karşılamak üzere kullanılmaya başlanmış, bu adlandırmada da yine bazı bilim adamı ve araştırmacıların tepkisine neden olmuştur.
Son zamanlarda ''ozan'' veya ''halk ozanı'' terimlerinin iyice yerleştiğini görmekteyiz. Hatta bazı gelenek temsilcilerinin kendilerini zaman zaman ''aşık'' yerine ''ozan'' veya ''halk ozanı'' terimleriyle takdim ettiği görülmektedir. ''Ozan'' kelimesinin geniş çevreler tarafından kabul görmesi, bazı kesimlerin aşık tarzını bilmemesi, ''aşık'' kelimesinin daha çok ''seven anlamıyla yaygınlık kazanması, ayrıca bazı gelenek temsilcilerinin daha çağdaş ve modern görünme çabaları bu gelişmedeki etkili faktörler olarak karşımıza çıkıyor.
Aşık edebiyatı temsilcilerini iki grupta ele almak gerekir. Bu gruplandırma, gelenek temsilcilerinin ortaya koydukları ürünlerin biçim ve içeriği ile değil, ortaya konuluş tarzıyla ilgilidir.
a. Sanatlarını saz eşliğinde icra edenler:
Bu sanatkarlar, icra sırasında saz (önceki dönemlerde bazen saz, bazen çöğür) adlı müzik aletini kullananlardır. Saz çalmanın tabii bir sonucu olarak bunlar, ürünlerini çeşitli toplulukların önünde sunarlar. Hem önceden düşünerek, olgunlaştırarak yazdıkları veya söyledikleri eserleri hem de irticalen (hazırlıksız/doğaçlama) ortaya koydukları eserleri arz ederler.
İrticalen söylenenler, genellikle karşılaşmalar sırasında ortaya konulanlardır. Bu sanatkarlar, gerektiğinde hikaye anlatma görevini de üstlenirler. Hikayelerin olay örgüsü önceden belirlenmiştir. Ancak anlatma zamanına ve mekanına bağlı olarak icra sırasında bazı değişiklikler yapılabilir. Üslupta ve olay örgüsündeki bazı ayrıntılarda sanatçı, irtical (doğaçlama) yeteneğini kullanır. Bir sanatçının bu grupta değerlendirilebilmesi için mutlaka saz çalıyor olması gerekir.
b. Sanatlarını saz eşliğinde icra etmeyenler:
Bunları birinci gruptaki gelenek temsilcilerinden ayıran en belirgin özellik, icra sırasında herhangi bir müzik aletini kullanmamalarıdır. İstisnaları olmakla birlikte genellikle irticale başvurmazlar ve karşılaşma yapmazlar. Ürünlerini serbest zamanlarda, düşünerek ortaya koyarlar. Ancak ortaya koydukları metinler aşık tarzının bütün biçim ve içerik özelliklerini taşır.
Bu sanatçıları da öğrenip görüp görmemeleri bakımından iki grup halinde incelemek mümkündür. Öğrenim görmeyenler, temelde manzume ortaya koyanlar oldukları için ''şair''dirler. Duyuş ve düşünüş tarzı bakımından, kullandıkları dil yönünden halkın geleneksel yaşam biçimine bire bir uygunluk göstermeleri, onlara ayırıcı özellik olarak '' halk şairi'' denilmesini gerektirir.
Öğrenim görenler ise, ürünlerini ortaya koyarken aşık tarzının bütün biçim ve içerik özelliklerini yerine getirirler, ancak dil ve imaj bakımından yüksek zümreye yaklaşarak ister özenti biçiminde, isterse şairliğin doğal seyri ve çevresel faktörlerin etkisiyle olsun, öğrenim görmeyenlerden ayrılırlar. Bunlar, yirminci yüzyıl başlarına kadar divan şiiri dediğimiz klasik Osmanlı şiirinden, günümüzde ise modern Türk şiirinden etkilenen sanatkarlardır. Bu gruptaki şairleri ise ''kalem şairleri'' terimini aşıkların klasik şairler hakkında kullandıklarını belirtiyorsa da gerek divan şiiri mensuplarının, gerekse bu konuda araştırma yapanların ''kalem şairi''ni o anlamda kullandıklarına pek fazla tanık olmuyoruz. Kalem şairi terimi gerek araştırıcılar gerekse halk arasında aşıklık geleneğini nazım türleri ve biçimleri temelinde sürdüren, saz çalmayan okur yazar şairleri diğerlerinden ayırmak için kullanılmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu' nun son dönemlerine rastlayan 20. yüzyılın ilk yıllarındaki siyasi gelişmeler, Anadolu insanını her yönden etkilemiştir.
Devlet yönetiminin giderek zayıflaması ve otoritesini kaybetmesi, işgaller, savaşlar ve millet olarak ayakta kalma mücadeleleri ile geçen bu sıkıntılı yıllar, bütün alanlarda olduğu gibi aşıklık geleneği üzerinde de olumsuz etki yapmıştır. Aşıkların başkentte ve büyük şehirlerdeki ihtişamı kaybolmuş, gelenek, taşrada ayakta kalma mücadelesine girmiştir.
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte batıda öteden beri yürütülen ve folklorun, milli kültürün temelini oluşturduğuna dair görüşlerle biçimlenen yeni kültür politikaları ortaya konulmuş, böylece yeniden istikrarlı bir sosyal hayata kavuşan Türkiye' de aşık edebiyatı tekrar canlanmaya başlamıştır. ancak bu canlanmanın semeresini görmek için yüzyılın ikinci yarısını beklemek gerekecektir.
Ziya Gökalp tarafından kurumlaştırılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren kimi revizyon ve düzenlemelerle tatbik edilen ''halka doğru'' hareketi, halk kültürünü öne çıkaran bir çok faaliyetin yanında aşık edebiyatının da yeni isim ve ürünlerle güçlenmesi sonucu doğmuştur. Bu eğilim, modern şairlerin ''hece'' veznini kullanarak ''Beş Hececiler'' gibi ekoller oluşturmalarına kadar uzanmıştır.
1927 yılında kurulan Türk Halk Bilgisi Derneği, yaptığı araştırma ve yayınlarla aşık edebiyatının aydınlar arasında tanınması ve onlar tarafından desteklenmesi yönünde katkı sağlamıştır. Halkevlerinin kuruluşu, derleme çalışmalarının başlaması, halktaki değerlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Yüzyıllara göre önemli temsilciler:
Aşık Veysel
Şair ve Yazar Ahmet Kutsi Tecer'in ilgisi ve gayretleri ile tüm Türkiye'ye tanıtıldı.
Türkçesi yalındır.
Dili ustalıkla kullanır.
Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur.
Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir.
Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de var.
DOSTLAR BENİ HATIRLASIN
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
Aşık Veysel
BEN GİDERİM SAZIM SEN KAL DÜNYADA
Ben giderim sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikar etme
Lâl olsun dillerin söyleme yada
Garip bülbül gibi ah ü zar etme
Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım sesimi sesine kattım
Bebe gibi kollarımda yaylattım
Hayali hatır et beni unutma
Bahçede dut iken bilmezdin sazı
Bülbül konar mıydı dalına bazı
Hangi kuştan aldın sen bu avazı
Söyle doğrusunu gel inkar etme
Benim her derdime ortak sen oldun
Ağlarsam ağladın gülersem güldün
Sazım bu sesleri turnadan m'aldın
Pençe vurup sarı teli sızlatma
Ay geçer yıl geçer uzarsa ara
Giyin kara libas yaslan duvara
Yanından göğsünden açılır yara
Yâr gelmezse yaraların elletme
Sen petek misali Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma
Aşık Veysel
ANLATAMAM DERDİMİ DERTSİZ İNSANA
Anlatamam derdimi dertsiz insana Dert çekmeyen dert kıymetini bilemez Derdim bana derman imiş bilmedim Hiç bir zaman gül dikensiz olamaz Gülü yetiştirir dikenli çalı Arı her çicekten yapıyor balı Kişi sabır ile bulur kemali Sabretmeyen maksudunu bulamaz Ah çeker aşıklar ağlar zarınan Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan Çağlar deli gönül ırmaklarınan Ağlar ağlar göz yaşını silemez Veysel günler geçti yaş altmış oldu Döküldü yaprağım güllerim soldu Gemi yükün aldı gam ilen doldu Harekete kimse mani olamaz
Aşık Veysel
Aşık Veysel'in son şiiri
Aşık Veysel olarak bilinen asıl adı “Veysel Şatıroğlu” olan usta ozan, 25 Ekim 1894 yılında Sivas'ta dünyaya gelir. Annesi Gülizar hanım babası Ahmet Bey' dir. O yılların vebası olan çiçek hastalığı yüzünden iki kız kardeşini kaybeden sanatçı, 7 yasında aynı hastalıktan tek gözünü kaybetmiştir. Ve vahim bir kaza sonrasında diğer gözünü de kaybederek, tamamen görmemeye başlamıştır. Oğlunun gözleri görmediği için arkadaşları ile oynayamayıp yalnız kaldığını gören Ahmet Bey, oyalanması için oğluna bağlama alır. Bağlamayı ilk olarak babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali’den öğrenen Aşık Veysel, ilk zamanlar başka ozanların türkülerini çalmaya başlar. 40 yaslarına doğru kendi yazdığı eserleri çalmaya başlayarak, o yıllardaki Aşıklar Bayramında yer alması ve Atatürk için söylediği türkülerden sonra namı artarak yayılmaya başlar. Bu yıllarda sadece kendi köyünde değil, Türkiyede birçok yer gezerek türkülerini her kesime aktarır.
İki gözü de görmeyen ve karanlığa bürünen ozanın annesi ve babası, bu duruma çok üzülüp ve diğer kardeşlerinin bakamayacağını düşünüp evlendirmek isterler. Akrabaların kızı olan Esma hanım ile evlendirilen sanatçının peşini olumsuzluklar bırakmaz. Yeni doğan erkek çocuğunu kaybeden ozan, daha sonradan anne ve babasını da kaybederek, hayata küser. Bunun üstüne eşinin başka biri ile kaçması ile perişan olan sanatçı, kendini türkülere verir. Eşi terk ettiğinde iki aylık kız çocuğu ozanın yanında kalmıştır. Fakat kız çocuğu da erkek evladı gibi hayatını yitirmiştir. Acı dolu hayatını şarkılara döken ozan, yanık yanık türkülerini sevenleri ile paylaşarak, bir nebzede olsa acılarını dindirmeye çalışmıştır.
Çocuklarının ölmesi ve eşinin bırakması ile birlikte memleketini terk eden sanatçı, arkadaşları ile birlikte başka bir köye yerleşir. Ve arkadaşları ile birlikte dolandırılan ozanımız, bütün parasını kaybeder. Ve parasız bir şekilde hayatını idame eden sanatçımızın, 1931 yılında yapılan Halk şiirleri bayramı ile hayatı bir anda düzelir, maddi manevi güzellikler yaşamaya başlar. Ve Gülizar adlı bir bayan ile hayatını birleştirir. Türkülerinde kendine has yorumuyla doğadan insan sevgisine, hüzünden yaşama sevincine, iyimserlikten umutsuzluğa, dinden siyasete, karşılıksız ve umutsuz aşktan, birbirlerini deli gibi sevenlere birçok eser yazıp seslendiren ozanımız, 1941-1946 yılları arasında köy Enstitülerinde bağlama ve halk türküleri dersleri vermiştir. 1965 yılında TBMM’nin kararıyla özel bir kanun çıkarılıp, maaşa bağlanır.
Aşık Veysel hayatı boyunca Türkiye’nin hemen hemen her yerindeki aşıklarla karşılaşıp tanışır. Sevilen halk ozanını ölümüne denk her yastan asık ziyaret etmiştir. Veysel Şatıroğlu yani Aşık Veysel'in eserleri arasında en çok sevilen ve günümüzde farklı sanatçılar tarafından yorumlanan Ala Gözlü Benli Dilber, Uzun İnce Bir Yoldayım, Dostlar Beni Hatırlarsın, Kara Toprak adlı parçalar, farklı uyarlanarak, özellikle genç neslin gönlünü kazanmıştır. Efsane olan ve türkü deyince ilk akla gelen halk ozanımız, ”Hepimiz Bu Yurdun Evlatlarıyız”, “Memlekete Destan Oldum” adlı eserler ile memleketine olan aşkını şarkılar ile ifade etmiştir. Aşıkların yaşadıklarını, en güzel şekilde parçalarına döken sanatçı, Aşkın Beni Elden Ele Gezdirdi, Sen Bir Ceylan Olsan Ben De Bir Avcı, Sen Olmasan, Gönül Bir Güzeli Sevmiş adlı şarkıları ile yaralı yüreklere deva olmuştur.
Halk ozanımız doğaya olan aşkını da bir ilk ile tescillemiştir. Memleketine ilk meyve ağacını yetiştirerek, diğer köylülere de örnek olmuştur. Ve zamanla memleketinde çok çeşit meyve ağacı yetiştirilerek, köylülerin bu yolla para kazanmasına aracı olmuştur. Gözleri görmediği için kötü ithamlarda bulunan köylüler, sonradan pişman olmuşlar ve ozanımızın kör olmadığını, aksine en uzak noktaları bile gönül gözü ile gördüğünü dile getirmişlerdir. Anadolu kültürünün temsilcisi, kapkaranlık dünyasında aydınlık düşünceler taşıyarak, diğer sanatçıların idolü olmuştur. Ülkemizde ayrı bir yerde olan ozanımız, 1973 yılında kansere yenik düşmüş ve hayatını yitirmiştir. Sözlerinin yalınlığı ve öz Türkçeyi yansıttığı için de ayrı bir yerde olan sanatçı, dillerden düşmeyen şarkıları ile ölümsüzleşiyor.
Aşık Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova
Aşık Murat Çobanoğlu
Asıl soyadı Çobanlar olan Murat Çobanoğlu 1940'ta Kars'ın İstasyon mahallesinde doğdu. Annesi Lala (La'li) hanımdır. Babası, Aşık Şenlik'in çıraklarından Aşık Gülistan'dır; Arpaçay'ın Kıraç köyünden olup 1920'de Kars'a yerleşmiştir. Karısının erken ölümü dolayısıyla oğlunu o büyütüp yetiştirdi. İlkokul öğrenimi gören Murat Çobanoğlu çocukluğunda babasının saz çalışını dinledi, ama ona özenmedi. Ancak 1951 'de gördüğü bir düş üzerine tutumu değişti. olayı şöyle anlatıyor:
“Göç mevsimi yaylaya göçerken susadım. Yol kenarında bulunan çeşmeye su içmeye gittim. Ben oyalanınca göçlerimiz dağı aştı. Akşamın alacakaranlığında uyuyakaldım. İşte o zaman nasibim olan aşıklık ilhamı bana verildi. Sabah, yaylada beni bulamayan babam düşer yollara, beni aramaya. Beni çeşmenin başında uyurken bulunca, aşık olacağımı söyledi. Saz aldı. Saz tutmasını öğretti. O zamandan bu yana saz çalmaya, şiir ve türküler söylemeye başladım.”
Murat Çobanoğlu Artvin, Konya, Erzurum ve Mut'ta yapılan yarışmalarda dereceler aldı. Özellikle atışma dalında başarı gösterdi. Sık sık radyoda ve televizyonda -değişik konularda- söyledi. Saza egemenliği, ulusal duygularının güçlülüğü ve kendine özgü sesiyle ilgi çekti. Kars'ta “Çobanoğlu Halk Ozanları Kahvesi”ni açıp işletti. Yurt içinde ve dışında düzenlenen bazı şenliklere katıldı.
1965'e kadar Devrani, 1967'ye kadar Yanani, ondan sonra da Çobanoğlu takma adını kullandı.
Öğretmen
Ana baba gibi emeği vardır Ağızdır, lisandır, dildir öğretmen Sevgisi, şefkati insana yardır Vücuttur kanattır koldur öğretmen
Talebe okulun yeşil fidanı Yanan bir ocağın sönmez dumanı Öğretmendir yaraların dermanı Arıdır, kovandır, baldır öğretmen
Öğretmendir bize gösteren yolu Odur talebenin kanadı kolu Öğretmen hazinedir, doludur dolu Yapraktır, ağaçtır, daldır öğretmen
Öğretmendir fabrikanın temeli Öğretmendir bütün dünyanın dili Bütün insanlara uzanır eli Bize ışık tutan yoldur öğretmen
Öğretmendir ışık veren dünyaya Öğretmendir bizi götüren aya Öğretmenin ilmi benzer deryaya Irmaktır denizdir göldür öğretmen
Sende yetişmiştir nice paşalar Öğretmensiz açılır mı kapılar Temelinden sağlam olan yapılar Çobanoğlu der ki güldür öğretmen
Murat Çobanoğlu
Aşık Şeref Taşlıova
1938 yılında Kars’ın eskiden Çıldır ilçesine, bugün ise Arpaçay’a bağlı Gülyüzü (Pekreşen) köyünde doğdu. Babasının adı Hacı, annesinin adı Nergis’tir. Nüfus cüzdanında doğum tarihi 10 Nisan 1938 olarak yazılı ise de, annesinin ifadesine göre Kasım 1938 sonunda veya Aralık 1938 ayında doğmuştur. Babasının soyu, Kafkasya Borçalı’dan, şair Samet Vurgun’un köyü Salahlı’dan gelmiştir. Bir süre Çıldır’ın Karakale köyünde yaşayan Salihgiller ailesi, daha sonra Gülyüzü köyüne yerleşmiştir. Kars’ta “Terekeme” olarak bilinirler. Üçüncü veya dördüncü nesil dedesi Halil Efendi de iyi bir âşıkmış.
Yedi yaşındayken babasını kaybetti. Bir erkek, iki kız kardeşiyle birlikte küçük Şeref’i annesi büyüttü. İlkokulu köyünde okudu. Daha ilkokul üçüncü sınıfta iken âşıklığa heves etti. Çünkü, çevresinde âşıklara nasıl itibar edildiğini görüyordu. Öğretmeni Hasan Kartarı’nın âşık olmasında rolü büyüktür. 1950 yılında ilkokulu bitirdi. Ondaki müzik yeteneğini gören Çıldır Kaymakamı İbrahim Öztürk, Ankara Devlet Konservatuvarına göndermek istediyse de olmadı. 1951 yılında Kars Cılavuz Köy Enstitüsü giriş sınavlarını kazandı. Birinci sınıfta bir süre okudu. Tatilde köyüne döndüğünde erkek kardeşinin öldüğünü öğrendi. Annesi, köy işlerine yardım etmesi için onu okula göndermedi. Bunun üzerine öğretmeni Hasan Kartarı’nın teşvikiyle âşıklığa ağırlık verdi. Âşık Şenlik’in oğlu Âşık Kasım’ın yanına çırak durdu. İki yıl kadar çıraklık yaptı. Daha sonra Âşık Gülistan ve Âşık Müdâmî’nin yanına gitti. Bu üç usta âşıktan saz çalmayı, şiir söylemeyi, hikâye anlatmayı öğrendi. Ayrıca yöresindeki âşıklardan Mehmet Hicranî, Dursun Cevlânî, İshak Kemalî, Topal Lâtif, Âşık Merdan, Âşık Abbas, Âşık Rıza ve İslâm Erdener’i dinleyecek âşıklığını geliştirdi.
1958-1960 yılları arasında Isparta, İzmir ve İstanbul’da askerlik görevini yerine getirdi. Bu arada, 1959 yılında Münire Hanımla evlendi. Bu evlilikten altısı kız (Ülkü, Benure, Şengül, Çiğdem, Dilek, Zübeyde), biri erkek (Muammer Mete) yedi çocuğu oldu.
Askerlik dönüşü 1964 yılında Kars Radyosunun açtığı sınavı kazanarak radyoda çalıp söyleme hakkını elde etti. On yıl kadar, sözleşmeli olarak program yaptı. Bir yandan da köyünde çiftçiliği, âşıklığı sürdürdü. 1971 yılında ailesiyle birlikte Kars merkezine yerleşti. Burada, Âşık Murat Çobanoğlu’nun kahvesinde (sonraları ne hikmetse Gazino) Karslı âşıklarla beraber çalıp söyleyip hayatını kazandı.
1990 yılında, Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in teklifi üzerine Âşık Murat Çobanoğlu ile birlikte Kültür Bakanlığı Sivas Devlet Türk Halk Müziği Korosuna sanatçı olarak atandı. Bakanlıkça verilen görevlere Kars’tan gelip gittiler. Seyahat zorluğu sebebiyle, 1994 yılında ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti. Önce Batıkent’te oturdu. Sonra Keçiören’de bir daire satın alarak bu semte taşındı. Keçiören’de oturmakta iken Kültür Bakanlığınca verilen görevleri yerine getirdi. 2003 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı.
HAYAL ŞEHRİ
Bir hayal şehrine uğradı yolum,
Topraktan yağmurlar yağar havaya.
Serçe tırpan almış, ördek tırmığı,
Deve ayak üstü çıkmış yuvaya.
Bir karınca gökte turna avlıyor,
Örümcekler kurt peşine havlıyor,
Fare gitmiş balinayı avlıyor,
Su içerken bir fil düşmüş kovaya.
Zürafa teknede yoğurmuş hamur,
Sincap duvar yapar, aslan da çamur,
Leylek kaplanlara çıkarmış emir,
Demiş hemen, çadır kurun ovaya.
Çekirgeyi çoban tuttum koyuna,
On beş metre şal istedi boyuna,
Topal sinek davet etmiş köyüne,
Akrep lokman olmuş, çıkmış devaya.
Keklik otel açmış, ceylan müşteri,
Baykuş gelenleri alır içeri,
Geyik meddah olmuş açar hüneri,
Kelebekler el kaldırmış duaya.
Âriftir benim bu sözümü bilen,
Anlayıp içinden hissesin alan,
ŞEREF bunu söyler sanmayın yalan,
Tabiatı birleştirdim rüyaya.
Şeref Taşlıva
Aşık Reyhani
Kendi sesinden şiiri
1932 yılında Hasankale'nin Alvar köyünde doğdu. Asıl adı Yaşar Yılmaz'dır. İran'dan göçen babası önce Kars'a daha sonra Erzurum'a yerleşti. Aşık Reyhani'nin çocukluğu köyünde geçti. Zaman zaman komşu köylere gitme olanağı bulduysa da daha başka yerlere gidemedi. Okuma yazmayı okula gitmeden öğrendi. Sonraki yıllarda ise dışarıdan sınava girerek diploma aldı.
Küçük yaşlarda köyüne gelen aşıklardan etkilendi. Hem aşıklardan dinleyerek hem de eline geçen kitapları okuyarak birçok halk hikayesini öğrendi. Kendi aşıklığı ve şiir yazmaya başlaması 18 yaşından sonradır.
Reyhani, rüyasında gördü bir kıza aşık oldu. Kısa bir süre sonra da kızı kaçırdı. Birkaç ay geçmeden evliliği geçimsizliğe ve huzursuzluğa dönüştü. Bunun üzerine karısının ailesi kızlarını alarak başka biriyle evlendirdiler. Aşık Reyhani, bu dönemden sonra Dertli mahlasıyla şiirler yazmaya, türkü söylemeye başladı. Ancak bu mahlası uzun süre kullanmadan, Bayburtlu Aşık Hicrani tarafından Reyhani mahlası verildi.
Konya Aşıklar Bayramına aralıksız katılan 7 aşıktan biridir. Eski aşıkların dışında, yetiştiği Huzuri Baba, Nihani, Cevlani, Efkari, Murat Çobanoğlu'nun babası Gülistan Çobanoğlu gibi aşıklardan gelenek ve usul öğrendi.
İran'dan Avrupa'ya birçok ülkede türkü söyleyen Aşık Reyhani, katıldığı yarışmalarda da birçoğu birincilik olmak üzere çeşitli ödüller aldı. 1980'li yılların başında Erzurum'da bulunan Doğu Ozanları Derneğinin başkanlığına getirildi.
Aşık Reyhani birçok ülkeye konser ve konferanslara katılmak üzere çağrıldı. Ayrıca ABD'nin Michigan Üniversitesinde katıldığı bir konferanstan sonra kendisine fahri öğretmenlik unvanı verildi.
Şiirleri birçok gazete, dergi ve araştırmada yaralan ve çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılan Aşık Reyhani'nin, şiirlerinin bir bölümünü topladığı "Alvarlı Reyhani" (1962), "Böyle Bağlar" (1966), "Kervan" (1988) ve bazı düşünce ve şiirlerinden oluşan "Şu Tepenin Arkasında" adlı kitapları Dilaver Düzgün tarafından hazırlanan "Aşık Yaşar Reyhani", (1997) adlı kitap bulunmaktadır.
Şimdi
Tükendi mürekkep karıştı satır Bilemez ki katip ne yaza şimdi Dört mevsimde ne şevk ne umut kaldı Minnet ne bahara ne yaza şimdi
Vazgeç gafil göremezsin içimi Sen kendinle kıyas etme suçumu Doğuştan simsiyah olan saçımı Söyle kim boyadı beyaza şimdi
Reyhani'yim geçti ömrüm saz ile Gıda aldık hayaldeki haz ile Bir ömür devrettik cilve naz ile Naz bitti çevrildik niyaza şimdi
Dönemin diğer sanatçıları:
Ali İzzet Özkan
Aşık Mevlit İhsani
Nuri Çırağı
Hüseyin Çırakman
Aşık Ali Gürbüz
Zakiri
Rahimi
Bu dönemin kadın aşıkları:
Nevcivan Özmerih
Sarıca Kız
Döne Sultan
Şah Turna
Aşık Nurşah
Özet:
15. yüzyıl, bir hazırlık dönemidir. Aşık tarzının başlangıç çağı olan 16. yüzyılda ilk örneklerin ortaya konulduğu görülür. Gelişme ve olgunlaşmanın gerçekleştiği 17. yüzyıldan sonra arayış ve asıl aşk tarzından uzaklaşmanın sonucu olarak güçlü temsilcilerin yetişmediği 18. yüzyıl gelir. Yeniden canlanma ve toparlanmanın yaşandığı 19. yüzyılı teknolojik gelişmelerin etkisiyle geleneğin elektronik ortama kaydığı 20. yüzyıl takip eder.